22 Kasım 2010 Pazartesi

ĭ ڪے t ∂ η ß ﺙ ℓ




ĭ ڪے t ∂ η ß ﺙ ℓ

Sen, istanbul kokuyordun
aşk tütüyordun denizden geçen vapurların bacalarından
ben süleymaniyeden usulca, aşkça sana bakıyordum
galatadan sana martılarla şarkılar söyluyordum
Hüdai türbesinde ikimiz için dualar ediyordum
ve ikimize yetecek kadar aşklar biriktiriyordum
kız kulesinin karşısında...

Hayallerim Galatadan Düştü


Hayallerim galatadan düştü...
Ben aşağıdan düşmesini izledim..
Hayallerim martılarla birlikte çığlık attı..
ben bütün çığlıklarına kulağımı tıkadım...
Hayallerim yere düştü
ve ben öldüm

21 Kasım 2010 Pazar

Kozmopolit Sokakların Habil Yürekli Çocukları- 2



Antakyanın sokaklarında yasin okuyanlar eksik olmazdı. Her çocuk doğduğunda yasinle açardı gözlerini. Ölünce yasinlerle uğurlanırdı. Beşikten mezara kadar hep yasinlerimiz vardı. Biz bu yüzden Kuranın kalbi, yasin süresini çok severdik.
Yasin yani. Ey İnsan diyerek başlaması İnsan olduğumuzun bilincine varışımızın en etkili kanıtıydı. Bir hitap, bir seslenişti. Aslında bir uyarıydı. Korkularımıza karşı en etkili kalkandı. Çünkü yasin en sıkıntılı zamanlarımızda Nokta-i istinadımızdı. Yasin bizim sokaklarda göklere uçurduğumuz uçurtmalardı.
Yasini bize sevdiren başka nedenlerde vardı. Antakyanın direği, koruyucusu Habib Neccarın yasin süresinde isminin geçmesi hepimiz için ayrı bir sevinç ayrı hüzündü. .
Hz isanın irşad için gönderdiği elçilere karşı çıkan kavmini uyarmak için. “Şehrin öbür ucundan koşarak geldi “*20
Gelen Habib Neccardı. İsmi gibi sevilendi, sevgiliydi. İsanın mesleğinden marangozdu. Peygamberimizi görmeden iman etmenin huzuru içerisindeydi.
-“Ey Kavmim, Ey halkım” diyor . sesi yeri titretiyor. Gökleri titretiyor
Habibin Sayhası İçimi titriyor.
Musanın israiloğullarına seslenmesi gibi sesleniyor. Gözü yaşlı. Nefes nefese kalmış bir şekilde. Kelimeler boğazında düğümleniyor.
Canından çok sevdiği halkına “Ey Kavmim” diye sesleniyor.
-“ Bu elçilere uyun."20
- Sizden hiçbir ücret istemeyenbu kişilere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir."21
Oysa bu elçiler bize bütün peygambelerin alnında taşıdığı nurun sahibi, Ahmedi anlatıyorlardı. Değil mi ki bütün peygambeler onun müjdecisi…Değil mi ki bütün kutsal kitaplar onun geleceğinin habercisi..İsanın havarileride bir müjdejiydi. Birer davetçi.
- "Hem ben, ne diye beni yaratana kulluk etmeyeyim. Oysa siz de yalnızca ona döndürüleceksiniz."22
Habib Neccarın dizleri tutmuyor . İçindeki iman içini yakıyor. İçinin yangını sözlere vuruyor. Konuşmasına devam ediyordu.
-"Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahmân bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.23 O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.Şüphesiz ben sizin Rabbinize inandım. Gelin, beni dinleyin”24
Kavmi onları uğursuz saymakta. Başlarına gelen felaketlerin bir zati nedenini onlardan bilmekteydi. İnanmak gibi niyetleri yoktu. Hepsi Gaflet içerisinde dalalete saplanmış bir şekildeydi. Habib Neccarın sözleri Yeri göğü yakıyor fakat kavmini yakmıyordu. Kabilden kalma mirası araların paylaşıp hepsi birden cinayete ortak oluyorlar.
Neccarın başı yuvarlanıyor dağdan aşağı doğru. Kesik başının yuvarlandığı antakya sokaklarında gözündeki yaşlar yerini sele bırakıyor. Antakyayı neccarın gözyaşı süpürüyor. Antakya habibin gözyaşlarıyla temizleniyor.
Antakya, asi nehri, dağlar, taşlar, kurtlar, kuşlar hepsi birer şahit. Hepsi mahkeme-i kübrada tanık. Hepsi kabile özenen kavimden davacı. En kötüsü içlerinden derin bir habibsizlik acısı.
Antakya utancından 7 kere batsa haklı, asi nehri antakyaya akmak istemese haklı.rüzgar yönünü değiştirse haklı.utançlarından ne yapsalar haklılar. Ama beceremiyor. Rüzgar ittiriyor asiyi bu sefer tersten akıyor…
Bir haber iniyor Habib Neccara
"Cennete gir!" 28
Habib Neccar da"Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!"27
Habib Neccarı ve Allahın irşad için gönderdiği elçileri öldüren kavminin üstünü derin bir karanlık kapladı. Korkutucu bir karanlıktı. Günahkarların gün/üne ah diyecekleri bir karanlıktı.
Ebabil kuşlarının asileşmiş ruhları taşlanması bekleniyordu. Cebrailin ordusunun semadan arza inmesi bekleniyordu. Sonuç olarak helak olacaklardı fakat “sadece korkunç bir ses oldu. Bir anda sönüp gittiler”. 29.

Mehmet Adın

17 Kasım 2010 Çarşamba

bu şehrin en güvenilir yeri sence neresidir?




Sevgili Dost,
bu şehrin en güvenilir yeri sence neresidir? şehrin neresinde
kendimizi güvende hissedebiliriz, mızraklardan, oklardan emin
olabiliriz? yanlız mantomuzu değil, zırhımızı ve sadağımızıda
çıkaracağımız kapı hangisidir? hangi pencere açıldığında rüzgarı bizi
üşütmez. hangi merdiven çıkıldığında yormaz kalbimizi?


Posta Kutusundaki Mızıka///Ali URAL

20 Temmuz 2010 Salı

Antakya'nın Kozmopolit, Dar, Ara, Sokaklar


Çocukluğumun geçtiği Antakya'nın kozmopolit, dar ara sokakları, iki tip insan olduğunu bildiğimiz yıllardı o zamanlar. Birisi erkek birisi kız, ayrımcılık, ırkçılık, sen busun ben buyum daha levhamıza yazılmamıştı. Daha ne haçlı seferleri vardı ne de kavimler göçmüştü zihnimizde.

Biz kozmopolit sokaklarda Âdem- Havva hikâyesiyle büyüdük, ama bizim hikâyede ne Habil vardı ne Kabil, kardeş cinayetiyle bulanmamıştı saf zihnimiz. Biz bilmesek de Habil yürekliydik o dönemlerde. Âdem hatırana kardeştik herkesle. Bu yüzden dokunmazdı kimselere kötülüğümüz, can acısa canımızın yandığı o dönemlerdi.

Biz küçükken bu mahallede öğrendik tevhidi, bir kulağımıza camiden ezan okunurdu diğer kulağımıza kiliseden yükselen çan, tevhid içinde büyüdük ikisinde de tek bir yaradanı andık, yaradan bir, inanç bir, inanılan bir, bine kadar her şeyi birledik ama ırk diye bir şey bilmezdik.

Antakya koskoca uçsuz bucaksız bir diyar sanırdık, bir dünya var onun üstünde de bir Antakya, kalabalık gelirdi şimdi gezdiğimiz ıssız sokaklar. O kalabalık olduğunu sandığımız sokaklarda pek ayrılıklar yaşanmazdı, herşey sabitti yaşlanmak,tükenmek yoktu, ayrılıklar olsa bile ölümden olurdu. Ama ölümler pek canımızı acıtmazdı, çünkü her ölen melek olduğunu bilirdik o Habil ufkumuzla. Kabile daha yer yoktu senaryomuzda. Cehenneme sadece kötüler girerdi. Kötüden kastımız sadece annenin sözünü tutmazsan giderdin cehenneme, bundan başka kötülüğümüz yoktu millete.

Mahallede kapılar kapanmazdı gönlümüz gibi ev kapılarımızda açık kalırdı yersiz yurtsuza. Ne de olsa Tanrı misafiriydi sonuçta. Hiç korkmazdık insanlardan dedim ya kabil yoktu daha senaryomuzda.

Ve Kabil yürekliler girdi senaryo ya hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Kabil’i tanıyınca Habil’i de bildim. Meğersem kardeş kavgası varmışta anlatılmamış bizlere. Kabil Habil’i öldürmüş de yaşatmışız bilmeden içimizde…


Mehmet Adın